17 Ağustos 2013 Cumartesi

Nasıl Piç Oldum Anlatıyorum Part 21

bugün, o gün..

sabahtan alt sınıf ile derse giriyorum..

alperle bir kez daha konuşup okeyleşiyoruz..

ceyda tuhaf haller içinde.. sanki uzun zamandır olmasını beklediği bir şeyin artık gerçekleşmek üzere olmasının verdiği bir rahatlık ve kendinden eminlik var hareketlerinde.. bugün, çok da samimi ve pozitif davranmıyor bana.."nasılsa götürücem oğlum ben seni önümüzdeki gecelerde.." mi diyor acaba kendi kendine?

götür ceyda.. götürdüğün yere gelirim..ama sonrasında o yolu yalnız dönersin..

ayşegülle oturuyoruz gene.. bana o kadar içten davranıyor ki, neredeyse utanıyorum yapmacıklığımdan ve hesapçılığımdan.. ders filan çoktan beridir yalan zaten..ne için geldim şu sınıva, neler becerdim..

sahi, nasıl becerdim? *

bu sorunun aklınıza gelip gelmediğini bilmiyorum.. gelmiş olması muhtemel, çünkü ben olsam "lan bu adam böyle her tanıştığı kızı nasıl ayarta biliyor, nasıl üzerlerinde etkili oluyor? amk, kimsin lan sen sikik?" diye sorardım yani..

hayır elbette her tanıştığım kızın üzerinde etkili olduğum filan yok..ya da her tanıştığım insanın.. hikayemiz, konusu ve teması itibari ile, sadece bu etkiye maruz kalanları size tanıtıyor çünkü. yani eğer üniversitede tanıştığım her kızı, girdiğim her ortamı yazmaya kalkarsam, bu hikayeyi sittim sene bitiremeyiz.. yanlış anlamayın, bu ben olduğum için değil, sizin hayatınızda da böyledir, çünkü hepimiz, her gün yeni insanlarla etkileşime girmekteyiz, hiç birimiz hepsini birden yazamaz, anlatamaz..

yalnızca bize lazım olanları yazmak, paylaşmak yeterli..

ve tabi sonra şöyle de bir durum var, pek etkilemeyi başardıklarımı nasıl ağa düşürüyorum? sonuçta onlar kız, öyle değil mi? bu kadar kolay olmamalı?

yoksa kolay mı?

paylaşayım..
beyler, ahkam kesmek haddime değil, biliyorsunuz ki bu hikayenin başından beri sadece tavsiye veriyorum ben.. bunları da öyle görün isterim..

pek çok forumda ve inci sözlük bünyesinde de bu konular hakkında pek çok şey yazılıp çiziliyor, bu konu üzerine kitaplar filan çıkarılıyor, insanlar ciddi ciddi kafa yoruyorlar..

bu konular, yani "kadınları anlamak" ya da "kadınları tavlamak" vb. son derece ciddi olmakla beraber, epey değişken ve öyle üç bilinmeyenli denklem filan da değil.

değişken diyorum, çünkü hakikaten de öyle.. kadın tipleri, hadi kadını da geçtim, insan tipleri (karakter olarak tip yani), o kadar çeşitli ve o kadar geniş bir parabolize gösteriyor ki, beş parmağın beşinin bile bir olmadığı şu dünyada, oturum da onları birbiriyle aynı olmasını bekleyemezsiniz..

hatta onları kategorize bile etmek pek mantıklı değil.. çünkü ortaya çıkabilecek grup sayısına inanamazsınız.. yüzbinlerce kadın karakteri çeşidi olabilir.. dolayısıyla yüzbinlerce farklı insan karakteri.. hatta belki milyonlarca..

o nedenle, bir kere karşımızdaki varlığı özel ve eşsiz olarak algılamamız gerekiyor, yani

"kadın işte abi yeaa" şeklinde cinsi bir ayrımcılık, ya da

"kaşar işte aq" gibi genel ve yüzeysel bir niteleme ile bir yere varamazsınız..

her kadın, her insan, okunması gereken bir kitap, dolaşılması gereken bir şehir gibidir.. kapağına ya da kaldırımlarına bakarak onu tanımak ve hakkında yorum yapmak son derece banal bir yaklaşım olur.

misal, kadınlar diyoruz, tamam, annenizi düşünün? kusura bakmayın anaları konuya dahil ettik ama amacım kötü değil.. sadece düşünün..

pek çoğunuz için, hala şu yaşınızda adam olmanıza rağmen, onlar gözünüze birer melek, eşsiz bir sevgi timsali olarak geliyor..onu çok seviyorsunuz, hem de artık ihtiyacınız olmadığı halde..eh, bebek değilsiniz, emziremez, çocuk değilsiniz, düşüp dizinizi kanatınca tentürdiyot da sürmesi gibi durum yok.. ergen değilsiniz, telkin vermesine de ihtiyacınız yok?

o halde neden onu hala seviyor ve ihtiyaç duyduğunuzu düşünüyorsunuz beyler?
çünkü o sizin anneniz.. gözleriniz açtığınız beri, pardon, daha gözleriniz oluşmamışkenden beri yanınızda.. sizi ilk o aldı kucağına, ilk kez o okşadı yanağınız, ilk kez ona gülümsediniz, ilk sözünüzü belki de o duydu..ilk adımınıza şahit oldu..

kim bilir, belki de ilk o şahit oldu, ilk kalp kırıklıklarınıza... ilk düştüğünüzde o kaldırdı..
anneniz..

ve o da bir kadın.. hani şu devamlı üzerinde atıp tuttuğumuz ve çözmesinin imkansız olduğuna kanaat getirdiğimiz varlık... hani şu her üç başlığın ikisinde gördüğümüz "hayat siken" cinsten bir varlık..

evet.. anneniz, annenizin, yani o kadının çözülmesi zor bir yanı var mı sizce? sizi çok seviyor..siz de onu.. olay bu kadar basit..

öte yandan bütün ergenlik dönemiz boyunca, hatta belki de hala, komşunuz berkecanın ın annesi dilay hanım ın kalçalarını düşünüp otuzbir çektiğinizi de biliyorum..

hatta belki de daha iyisi, apartmanınızda güzel vücutlu bir komşu kızı bile varmıştır..o zaman hem onu, hem de dilay hanımı düşünürsünüz ne güzel..

ee? anne diyorduk? kadın diyorduk? çözdük diyorduk?

ne oldu beyler?

ne değişti?

ikisi de kadın değil mi? ikisi de aynı cins, aynı kümenin elemanı.. aynı rengin morciverti..ne oldu?

demek ki o kadar da basit değilmiş.. öyle kategorilere ayırmamak gerekiyormuş..

işte o yüzden, kadın, erkek fark etmeksizin, her bir insana ayrı stratejilerle yaklaşmalı ve onu fethedilmeye değer görüyorsanız, farklı yollar denemelisiniz demektir..

ve işte o yüzden.. sakın bana "kadınları çözmek için 100 altın kural" vb. kitaplarla gelmeyin..

kuralları kendiniz belirlersiniz.. kendiniz uygularsınız..

ve bu kurallar, karşınızdaki her insan için farklılık gösterir.. bunları oluşturmak ve düzenlemek ise zamanla alışacağınız bir şey..

unutmayın, siz kendi annenize karşı katıksız ve saf bir sevgi besleyip, komşunuzu ferre malzemesi yaparken, komşunun oğlu da boş durmadı..

acı ama gerçek..

peki biz, asıl hedefimiz olan, hormonlarımızın ve yaşam felsefemizin gereği kazanmamız gereken dişileri nasıl elde edeceğiz? bu kadar kafa yoracak bir durum var mı ortada? kendimizi bu denli harap etmeye değer mi? bu kaleleri ele geçirmek sahiden bu kadar zor mu?

hım.. elbette her insanın, -en şekerden olanının bile- kendine göre zorlukları vardır..ama en zor kapıları bile açmanıza yardımcı olabilecek, bir takım temel anahtarlar da vardır..

işte biz de bu nedenle, karşımızdaki kadınları özel olarak ele alacak, ama onlarla etkileşimimizi, genel anlamda, her 10 insanın 9 unun üzerinde işe yarayan taktiklerle başlayacağız..

yani önce işin kabasını almak gerekiyor... önce bilindik şekilde bir zımparamızı yapacağız, sonra karşımızdaki insanın karakterine göre bir güzel işleyeceğiz motiflerimizi..

biz erkekler ise, malesef genelde bu kolay olan, genel olan başlangıç-giriş kısmında takılıyoruz..ah..ah..bir tanışabilsek? bir tanıtabilsek kendimizi??

neler yapacağız neler..ama bir türlü o giriş kısmı olmuyor, değil mi beyler?? bizi tanısalar, çok severler oysa ki..

o halde bizi tanımalarını sağlamalıyız..
panpalar, birazdan son partımı da gireceğim,

şu kadınları tanıma ve tanışma kısmına genel bir bakış atalım, gerçi zaten hikayenin başından beri, çaktırmadan bu tip mesajlar vermeye çalıştım, anlattıklarımla paralel olarak, ama bu mevzuyu biraz daha açmak istedim.. zaten yine devam ettikçe bu konular hakkında konuşuruz..
http://fizy.com/#s/1ah03y

peki..onları özel düşünecek ama giriş kısmını genel yollarla aşacağız demiştik..

eh, mektuplarda bile öyle değil midir? her zaman "sevgili bilmem kim" diye başlarız..sonra klasik şekilde hal hatır sorarız..mektubun asıl içeriği ise ortadaki paragraflardan itibaren başlar.

o zaman bizim de insanlarla asıl ilişkilerimiz, yani zımparalanmış tahtanın üzerine motifleri oymaya başladığımız zamanlar, daha sonra gelecek..biz önce bir ağacı keselim, dallarını budayalım hele..

bir kızdan hoşlandığınızı düşünüyorum..bunda utanılacak bir şey yok..ayıp ya da günah değil..suç da değil?
peki, bu kız tam olarak hayatınızın neresinde bulunuyor? size olan mesafesi, ulaşılabilirliği ne?

televizyondaki bir karaktere mi aşık oldunuz?

yoksa metroda gördüğünüz, bir önceki durakta inan sade güzellikteki genç kıza mı?

belki de sadece bir kaç sıra çaprazınızda oturan sınıf arkadaşınıza aşık olmuşsunuzdur, benim gibi.

aynı iş yerinden biri mi?

ya da hep aynı otobüse denk geldiğiniz biri?

bu kız nerede beyler? önce bunu bir görmenizi istiyorum..ona ne kadar uzaksınız? o size ne kadar yakın?

neden bunu sorguluyorum biliyor musunuz? çünkü, genelde bir insan, karşı cinsten birinden hoşlanır ve onun nerede olduğunu anlamak ve aldırmaksızın, kendisini fark etmesini bekler..e iyi de salak, hoşlanan sensin? sence kendini fark ettirmesi gereken de sen değil misin? yani, öylece beklemeyi düşünmüyorsun değil mi? ona baktığını görsün diye..

kesişmek denilen kavramla başım pek hoş değil beyler..kusura bakmayın..ufak ego tatminleri dışında bir faydası olmadı yani bana..ha ben hatunu gözümle siker, boşaltırım, sonra da o benim ayağıma gelip "ne olur beni ye" der diyorsanız, orasını bilemem..

ama eğer bir kızla ciddi ya da gayriciddi anlamda bakışıyorsanız, onun devamını da getirmeniz gerek..yoksa onun için, günde en az 10-15 kez rastlaştığı sıradan hıyarlardan farkınız kalmaz.

neyse..

hoşlandığınız kadının nerede olduğunu belirleyin demiştik..benim bu konudaki şansım, etkileştiğim kızların hep yakın çevremde, girdiğim ya da girmek üzere olduğum ortamlarda olmasıydı..
yani hiç öyle uzaktan uzağa bakarak, "aahh ulan ahh" demedim. gerçi..ah ulan ah dediğim de pek olmadı ya neyse..

o yüzden, kusura bakmayın ben uzun menzilli çalışmalardan anlamam..en fazla orta menzil..ki ona da yakınlaşmak gerekir,

yakın çalışmak şart..

ayşegül üzerinden örneklendirmek istiyorum,

ne demiştim en başta onu anlatırken "hoş bir kız, onunla tanışmam gerektiğini bana hissettiren bir kız"

peki o neredeydi? arka sıramda..ben ne yaptım?

etkileşim için fırsat kolladım, bu, o sefer bir imza kağıdı sayesinde oldu..başka sefer yere düşen bir kalemin alınmasıyla ya da derste sorulmuş zor bir sorunun çözümü için ortak fikir yürütürken de olabilirdi..

yakın mesafenizde bulunan ve tanışmak istediğiniz bir insanla milyon çeşit yolla tanışabilirsiniz..o nedenle, yakına girmek şart

uzaktan, her üç erkeğin ikisinin yaptığı gibi, sadece onları kesen saplarız..ama yaklaştıkça görüntülerimiz netleşiyor, bizi dikkate almaya başlıyorlar..

peki bizi fark eden insana biz ne yapmalıyız? (hele de bu kişi hoşlandığımız insan ise!)
çok basit beyler? çok ama çok basit..ufak bir selam, onu fark ettiğinize, onun sizi fark ettiğini fark ettiğinize dair, küçük bir işaret..ama son derece masum..göz kırpma yavşaklığını ilk an için sağlıklı bulmuyorum.

selam verin, deyince, kulağa basit geliyor, ama çok üzgünüm ki bunu şimdiki nesil, hiç biriniz yapmıyorsunuz..zira hepimiz king iz, hepiniz king siniz..

selam verirsek belki fiyakamız bozulur..biz niye veriyoruz ki? o versin...

evet..şimdi anladınız..o kadar da basit değil. çünkü yapmıyoruz..neredeyse unutmuşuz..insanlarla göz göze gelmenin, onlara gülümsemenin, onlara "günaydın!" demenin bile zor geldiği bir zamanda yaşıyoruz..gözlerimiz tv ekranına ve monitörlere bakmaya ve onların tepkisizliğine o kadar alışmış ki, karşımızda canlı bir organizma görünce garipsiyoruz..

selam verin..
gülümseyin..
göz göze gelin..

gülümsemenin pek çok kapıyı açtığını düşünüyorum..hayatım boyunca güler yüzlüydüm..(şu karanlık üni 1 i saymazsak tabi..) ve bunun bana, normalde kazanamayacağım artıları sağladığına inanıyorum. sadece karı-kız konuları olarak düşünmeyin..hayatın her alanında, pozitif olmak ve gülümsemek (ki benimki bir-iki sene öncesine kadar sadece rol icabı idi) size ekstra şeyler katabilir-kazandırabilir..derslerinizde, işinizde, ailenizle olan ilişkilerinizde..

pozitif olun..gülümseyin..gülümsemek hala bedava..

kendinizi kasmayın..hele hoşlandığınız kıza karşı hiç kasmayın..demesi kolay tabi, diyorsunuz, haklısınız..ama inanın bana, dışardan çok kötü görünüyor..

bunun yerine ona düzgünce, adam gibi selam verin, gülümseyin..eğer hıyar değilse o da gülümser..böylece siz de biraz gevşersiniz..

konuşun..demin de dediğim gibi, "günaydın!" iyi bir seçim olabilir ya da sıradan bir "selam" bile işinizi görecektir..bu kelimeleri o kadar uzun zamandır kullanmıyoruz ki, artık onların gücünü unutmaya ve hatta küçümsemeye başladık.

şahsen ben, kız olsam * , yalnız olsam ve biraz göz aşinalığımın olduğu eli yüzü nispeten düzgün bir çocuk, -sınıfımdan olabilir, minibüsümden olabilir, yakından bir yerlerden gelip benimle aynı ortama girmesi yeterli- bana gülümseyerek selam verse, "günaydın" dese,
hoşuma gider..hele bir de gün içinde bir şekilde pozitif muhabbet, belki de ufak bir tanışma, isimlerin öğrenilmesi, çıkışta dilenen bir başka güzel dilek daha (iyi akşamlar-görüşürüz vb.) olsa..

bu durumda ne olur dersiniz? cevabı, bir şekilde sormuş bulunduğum kızların ağzından duymak ister misiniz?

"yani, o gece yatağıma uzanınca öyle bir aklıma gelir illa ki..etkilenmiş olmam gerekmez, sonuçta karşı cinsten yeni biriyle tanıştım..iyi de birine benziyor.."

evet..zor mu?

insanlar selam vermekten, onların gözlerinin içine bakmaktan, onlara gülümsemekten ve adam gibi bir iki laf etmek o kadar zor mu beyler?

o kadar zor olmamalı, değil mi?

o halde, şimdi lütfen yapın bu dediklerimi, tanışın onunla..adını öğrenin, şayet hala bilmiyorsanız..güzel bir kaç şeyden bahsedin (derslerden bahsetmeyin amk), şehirleriniz mesela..konuşurken gülümseyin..içten olsun..ayrılırken de iletin iyi dileklerinizi..bugün yeni bir insan tanıdınız, o da sizi tanıdı..ve bu gece, az ya da çok, bir parça ya da tamamen..aklının bir yerinde ya da her yerinde, siz olacaksınız..çünkü kural bu, olay da bu..aşık olan, seven, sevebilen, hoşlanabilme özelliği olanlar sadece erkekler değil..ve bazı talihsiz örnekler dışında, karşınızdaki kadınların da, doğru adama verilmek üzere saklanmış ya da çoktan bozdurulup harcanmış bir kalbi var..

tek yapmanız gereken, biraz kendiniz olmak, insanlığınız hatırlamak ve karşınızda da bir insan olduğunun farkına varmak. bana göre beklentisiz (görünen) bir şekilde verilen içten bir selamın, masum (görünen) bir gülümsemenin ve sorulup yanıtlanacak bir kaç küçük sorudan fazlası değildir bir insanla tanışmanın giriş aşaması için gerekenler..eğer derseniz ki, "tsigalko, sen yetkili bir abiye benziyorsun, gizli formülün nedir?" bundan fazlası değil..sorun ise, bunu yapmaya yapmaya unutur olmamız..hor görmeye başlamamızdır.
o kadar da imkansız değil..çözülmesi imkansız bir fizik problemi değil..
onlar kadın,
bizler erkek..
biribirimiz için yaratıldık
ve temelde aynı şeyi istiyoruz..

rammstein in de dediği gibi,

"you have a pussy,
ı have a dick,
so whats the problem?
lets do it quick!"

yani..bu örnek buraya pek olmadı sanırım ama olsun..siz beni anladınız..*

not: bir de lütfen şu kızın sap olduğundan emin olun amına koyim ya..gidip başka şehirde ilkokul-lise aşkı olan karılara abayı yakıyorsunuz, sonra hayatımı şöyle sikti böyle sikti...
takip eden panpalara iyi geceler, bu gece sosyal mesaj vermekle geçti.. biraz doluyum bu konularda çünkü etrafımda hemcinslerim bu yüzden acı çekmeye devam ediyor.. başınız ağrıdıysa affola, faydası olacaksa ne mutlu bana,

hikayeye müsait olduğum tüm vakitlerde devam edeceğim, eskişehir bizi bekliyor.. *
iyi geceler panpalar,
bu gece saat 02.30 gibi başlıyorum, bu sefer sıkıntı olmaz diye düşünüyorum ;)
herkese tekrardan iyi geceler çok kalamazsam kusuruma bakmayın bu gece
..yandan asmalı, lacivert nike spor çantamı bir kaç çift çamaşır, yağmurluk, şarj aletleri, kişisel temizlik eşyaları ve kalın kıyafetlerle doldurmuş, bir başka poşetin içine de su-bisküvi vb. tıkıştırmıştım. yolculuklarda hazırlıklı olmayı severim, yanımda her daim yiyecek içecek, şeker sakız filan bulunur. hayatı kontrol etme amaçlı bir başka saplantım daha işte..

tolgayla vedalaştık, "gezdiğin yerleri bana da anlatırsın artık" dedi,

"aga valla pek kültürel bir gezi olacağını düşünmüyorum da işte, barları kafeleri anlatırım anlat dersen * "

"hehe hadi bakalım, dikkat et kendine"

"eyvallah kardeşim"

saat on civarı olmalı, gece yolculuklarını severim, ama sadece babamın arabasında ya da kamil koç otobüsündeyken.. hiç tanımadığım ve şöförlüğünü bilmediğim bir yaşıtımın arabasındayken değil..

içimdeki tek sıkıntı yolculuğun kazasız belasız geçip geçmeyeceği.. diğer şeyleri o kadar da takmıyorum aslında..yok yeni insanmış, yeni ortammış..pek utangaç bir adam sayılmam, kendime güvenim de sonsuz..ee o halde gittiğimde karşılaşacaklarım hakkında kaygılanmama gerek yok, değil mi? gidebilsek (ve dönebilsek) yeter.

çocuklarla buluştuk, cihan denen elemanla da tanıştım orada, uzunca boylu, esmer, sıradan ve pozitif görünüşlü bir tip, sizden bizden biri gibi yani.

ben önde gidebilirim dememe rağmen alper arkada kızlarla kalmam konusunda ısrar etti, muhtemelen ceydanın işi..

arka koltuğun solunda, şöför mahallinin arkasında ben, yanımda-ortada ceyda ve en sağ köşede de alper in suratsız sevgilisi ilayda.. yerlerimize yerleştik, araba çalıştı. tanıdık yollardan, bilinmedik bir yöne doğru ilerlemeye başladık.

yolculuk yaklaşık 7 saat sürecekmiş, eskişehir merkeze gidiyoruz. sabaha karşı orada olacağız.
bordo fiat palio ile yola çıktıktan 5 dakika sonra ilayda kulaklıkları takıp kendi dünyasında kaybolmayı seçti..biz arkada ceyda ile, önde de alper cihan ile çene çalmakta, arada birbirimizin muhabbetlerine dahil oluyoruz filan.. ortam beklediğimden güzel, eleman da iyi kullanıyor, bir rahatsızlık hissetmiyorum, sordum:

"dostum sen, ne zamandır araba kullanıyorsun, baya iyisin * ?"

"geçen yıl aldım ehliyeti ama epeydir kullanıyorum ya, 1 senedir resmi, bir kaç senedir gayriresmi diyelim ;)"

iyi iyi.. gazetede "üniversitelileri aşırı hız soldurdu" minvalli 3. sayfa haberlerine çıkma korkum da epey azalınca nihayet yaptığım kaçamağın keyfini çıkarmak için kendimi motive etmeye başlamıştım,

arkadaşlarımla şehirler arası bir gezi yapıyorum lan? ne güzel işte, öğrenci şehrine gidiyoruz, ortam güzel olacak, kafam dağılacak, gevşeyeceğim.. daha ne?

sabah biraz soğuk davranan ceyda, yanımda bıcır bıcır öterken ben de elimden geldiğince içten görünmeye çalışarak sohbetine ortak olmaya çalışıyor, sık sık gülümsüyor, arada espirilerimle onu da güldürüyorum.. böyle anların bazılarında neredeyse üzerime çıkarak fazlaca samimi görüntü vermemize neden oluyor. cihan zaten bizi manita sanmıştır herhalde, alper de arada ceyda koptukça arkaya bakıp çaprazdan benimle göz göze geliyor.. uyarır ya da kızar gibi bir hali yok, daha çok "aga gözünü seveyim bak" der gibi, gülümsemesi ise "vay vay vay aq" ünlemiyle paralel..

neşeli ve enerjik geçen ilk saatlerin ardından kızlar uyudular, alperin de epey pili azaldı,"gözlerimi dinlendiriyim aga" diyor..ben hala ufak huzursuzlukları ve ceydanın vücudunun önemli bir kısmını üzerimde taşıdığım için pek uyuyacak bir modda değilim, bu sefer cihanla muhabbete başladık, nedir ne değildir, birbirimizin hakkında bir şeyler öğreniyoruz işte.. şehirde başka bir üniversitede fen bilgisi öğretmenliği okuyor, futbol oynuyor, özel zevkleri olan biri: balık tutmak ve kayak yapmak bunlardan bazıları..ben daha hayatımda elime olta almadım aq * bursaya gelmiş daha önce, uludağda kaymış, heykeli ve altıparmağı öve öve bitiremedi, ama kendi şehir kadar güzel olmadığını da ekledi..ah şu izmirliler *

muhabbeti kasmayan bir çocuk diyebilirim, başta da söylediğim gibi, pozitif bir kere..

kütahya sınırından biraz sonra biraz mola verdik, kızları uyandırdık, alper gözlerini dinlendirmeyi bıraktı, ben de biraz hareket edip kaskatı olan vücudumu gevşetmeye çalıştım, sağ tarafım felç olmuş durumda. anladım ki şu "kızın erkeğin omzunda uyuması" fantezisi sadece filmlerde romantik, gerçek hayatta ise kısmi felce neden oluyor, uzun süreli denemeyin.

"yolun yarısından fazlasını geldik sayılır"

"iyi ya, heralde sabah 6 gibi filan orda oluruz?"

"aynen"

"napıyorlar, beklemezler herhalde?"

"yok uyanık olur onlar, biliyorlar ne zaman geleceğimizi"

erkekler arası konuşmayı bitirip yeniden yola çıkmak için yerlerimize geçtik, ceyda;
"ayy uyumuşum yaa * rahatsız olmadın inşallah?" diyerek sevimlilik yapmaya çalıştı, ben de her zamanki sikilesi centilmenliğimle,

"yok yok önemli değil * " diyerek kızın cesaretini tazeledim.

yolun geri kalanında kimse uyumadı, bu kez ben biraz dalmışım sanırım, gözlerimi açtığımda ceyda ile koyun koyuna vaziyette hafifçe ışımaya başlamış bir havanın aydınlığında, sıklaşmaya başlamış yerleşim birimlerinin içinde ilerliyorduk. uyandığımı gören alper,
"az kaldı abi ;)" dedi. eskişehire sınırını geçmişiz sanırım.

başımı doğrultup çıldır çıldır bana bakan ceyda ile de göz göze geldik, gülümsedi, "uyusaydın ya az daha * " dedi..
yeter bu bana gibisinden göz kırptım. daha şimdiden fazla mı yakınlaşmıştık dersiniz?
aynı evde geçirmemiz gereken en az bir gece daha var ve ben hala size bahsettiğim seçeneklerden hangisinin gerçekleşmesinin hayırlı olacağını kestiremiyorum..
nihayet eve varmıştık,
iki sakin babacan görünüşlü tip karşıladı bizi, recep ve uğur. şansıma mı böyle oluyor yoksa nihayet normal insanlarla karşılaşmaya başladım da ondan mıdır bilmem ama bu aralar kiminle tanışsam bana son derece olumlu intiba bırakıyor.. belki de çok kötü geçirdiğim ve etrafımdaki insan müsveddelerinin yüzünden iletişim yeteneğimi neredeyse kaybettiğim geçen yılın acısını çıkarıyorumdur.

saç sakal birbirine karışmış, üzerlerinde eşofmanlar, yarı dağınık ve oldukça samimi görünen bir salona doğru bizleri buyur eden bu tipler de bana son derece sıcak gelmişti işte. böyle olması lazım abi, öğrenci evi, öğrenci hayatı.. tatlı bir dağınıklık, hafif bir mayhoşluk, biraz vurdumduymazlık.. rahatlık, rahat olmak lazım.. kasmamak lazım..

peki niye şaşırmıştım ki böyle olmasına? ne bekliyordum ki? herhalde herkesi benim gibi kasıntı sandığımdan olsa gerek, böyle soğuk, itici, aşırı düzenli bir ortam, kelimelerin dikkatle seçilmek zorunda olduğu, gergin muhabbetler filan umuyordum..
vay aq ya..neredeydi bu insanlar geçen yıl?
ben kendi sınıfımda bile selam verecek yüz göremezken, daha adımı bile bilmeden bana gülümseyim, "buyur baba geç" diyen bu neşeli tipler, neredeydiniz lan?

ben kendi karanlığımda boğulur ve etrafımdakilerin duvarlarının arasında kaybolurken, dünyada böyle insanlar da olduğunu, dahası, dünyanın büyük kısmının böyle insanlardan oluştuğunu unutmuştum resmen..

bir kez daha anlıyordum ki gerçekten çok kötü bir sınıfa düşmüştüm beyler.. resmen seçmece tiplerin arasına atılmıştım.. yani bilerek yapsan denk getiremezsin o kadar idiotu bir araya aq..

küçük bir sohbetin ardından cihan, kız arkadaşına gitmek üzere aramızdan ayrıldı, biz yol yorgunları ise bize gösterilen yerlere uykuya dalmak üzere kendimizi bıraktık..
yok mok uyumam diyordum ama çok yorulmuşum beyler.. yatış o yatış..taa öğleden sonra uyandım.
bu ilk günün büyük kısmının uyku ve tanışma ile ziyan olacağı belliydi zaten. günün gecesinde ise eğlencemize başlayacak ve pazartesi sabahına kadar sürdürecektik.

evet, bu gece, yani cumartesi ve bir sonraki gece buradayız, ardından pazartesi öğlen yola çıkıp akşamına da şehrimize geri dönmüş olacağız. haftanın ilk günü okula gitmekten feragat etmiştik böylece.

ben başkasının evinde filan aşırı derece rahatsız olan bir tipim beyler, çok çekinirim, daha öncesinde kendime ait olmayan evlerde geçirdiğim geceler bunun aksini kanıtlamaz çünkü oralarda bulunma sebeplerim çok başkaydı biliyorsunuz. burada ise çok daha arkadaşça bir ortam var ve ben her ne kadar sıcak ve samimi olarak bahsetsem de, yabancı bir ev beni her zamanki gibi son derece germekte.
evin üç odası ve bir salonu var, normalde uğur, recep ve başka bir eleman daha kalıyormuş ancak o bu haftasonu için ailesinin yanına gitmiş, alperle filan ortak arkadaş değiller.

alper, bu ikisini dershanede tanıyor, 2 yıl aynı yere gitmişler, ve tahmin edebileceğiniz gibi alperin geçen yıl yaşadığı zor zamanlarda da yanında bulunan insanlardan ikisi onlarmış.

arkadaşlıkları o yüzden bu denli güçlü olmalı..
ne demiştik, bizleri mutluluklarımızdan ziyade, acılarımız bağlar birbirine.. eğer mutluluklar ve sevinçler, uhu ile yapıştırılmış bir bağ gibi ise arkadaşlar arasında, acılar çivi ile çakılmış gibidir.

çok daha sağlam.. çok daha uzun ömürlü..

bu iki salaş ve iyi çocuk modundaki elemanın da sevgilisinin olması beni biraz şaşırtmıştı, bana daha ziyade pc başında dota oynayıp smalville izleyen asosyal tipler gibi gelmişlerdi. yok tamam yani, iyi çocuklar, bir şey demiyorum ama, ne bileyim, sanki bu adamların sanki karı kıza şansı pek tutmaz gibi bir havaları vardı.

bu arada recep ciddi anlamda noel babaya benziyor, yani onu bir 50-60 yaş gencine *

akşam eve söylediğimiz fast foodvari yemeklerimizi yedikten sonra bir araya toplanmış ve gece eğlencesine hazırdık, biri meçhul olmak üzere, dört çift..

bakalım kaçacak hiç bir yerimin olmadığı bu gece, bana karşı olan düşünceleri malum olan ekürimle neler yapacağız..

kendimi kontrol etmem lazım.. dahası, onu da kontrol etmem lazım.. kontrol dışı bir şey yaşamak vicdanımı epey sıkıştırır.. bunu ebrunun attığı mesajlar sayesinde daha da iyi anlıyorum,
anlayışlı sevgilim, kısaca halimi hatrımı sorduktan sonra, beni rahatsız etmemek adına kısa kesmiş ve trip atmaktan uzak bir şekilde, imasızca "iyi eğlenceler" dilemişti..

kiminle eğlendiğimi bir bilse..
panpalar birazdan yazacağım son part olsun,
http://fizy.com/#s/2b7kla

bu şehrin namını az çok herkes duymuştur,

ama ne yalan söyleyeyim, gidip görmedikçe bu övgünün kaynağına vakıf olamazsınız..bana izmiri, hatta bursayı aratmayacağını hiç düşünmezdim (en azından ilk görüşte) havalar o pek sıcak sayılmaz, kasım-aralık ayları geldi çattı..ama yine de şu sokakları dolduran cıvıltılı kalabalığa bakıyorum da, sanki bundan etkilenmiyor gibiler..
benim kaldığım süre boyunca gördüğüm iki tane barlar sokağı var, şimdilerde adına üniversite caddesi denen bir yer var, harika, mini taksim desem abartmış olur muyum bilmiyorum..kafeler, irili ufaklı publar, hatta gece kulüpleri..restoranlar..

amına koyduğumun yerinde o kadar çok seçeneğiniz var ki, bir ara ciddi ciddi kıskanır gibi oldum..tamam, benim takıldığım yerler de güzel, sonra bir kere kordonu var, denizi var eyvallah ama, sanki buraları sadece gençliğe izole edilmiş, size kendinizi özel hissettiren mekanlar..

başlangıç olarak kalabalık sokaktaki kafelerden birine geçtik oturduk, ben-ceyda, alper-ilayda, recep-bilmem kim, uğur-bilmem kim (kızların adını hatırlayamıyorum lan?!) ilayda dışında pozitif, neşeli ve kalabalıkça bir grubuz, hepimizin kollarında sevgilileri, hayat bize güzel..

bir dakika! ne dedim lan ben az önce? herkesin kolunda sevgilisi mi?..oha..bu düşünce gerçekten aklıma gelmiş olamaz..

sıcak bastığını hissettim..

ceydanın gereksiz samimiyeti de cabası..iyi ama, amın evladı, sen yaklaştın ona? kız bilemez ki, senin, seni bekleyen bir sevgilin olduğunu? yavşak herif..hiç ona suç bulma..ne ektiysen onu biçiyorsun şu anda..

az önce aklımdan geçen, ortamın ve masanın güzelliğine dair tüm düşünceler silinmiş, ve yerini, her zamanki gibi iki benliğimin çatışmalarına bırakmıştı..

tam bir gerilla savaşı..

onursuz, zamansız ve kanlı saldırılar..

ceyda rahatsızlığımı farketti,

"bir şey mi oldu canım?"

evet oldu aq, canım demen bile "bir şey"

"yok ya, dalmışım öyle * ..çok güzelmiş buralar, izmirle kıyaslıyordum :p"

"aay evet, daha gezdirirler bizi dur, nereleri vardır kim bilir ;) ama izmirden güzel olamaz"

hee amına koyim hee

"aynen * "

alper laf attı,

"gençler, ne konuşuyonuz bakalım siz fısır fısır * "

"tsigalko eskişehiri çok sevmiş, izmiri bırakıp buraya mı gelsek diyor * "

"oo, baba valla bırakmam bir yere * "

"hehe, yok kafama koydum kaçıcam abi, izmirin bir denizi var, burası sanki küçük istanbul gibi baksana :p"

gır gır şamata devam eder ve bizleri, dibimizdeki ısıtıcıya eşlik edercesine ısıtan neskafelerimizi yudumlarken, kendimi ortamla uyum içinde tutmaya çabaladım..ebrudan gelen bir başka güzel temenni içerikli mesajı cevapladım ve alev almaya başlayan vicdanımın sesini kısmaya uğraştım..

kafe sonrası, şehrin müdavimi olan rehberlerimiz uğur ve recep eşliğinde,uzun yoldan gelen dostların şerefine eğlenilecek, canlı müzikli bir bara doğru ilerlemeye başladık.

can sıkıcı ekürimin daha önceki bar performansları gözümün önüne gelince, bu gece ve devamında olabilecek şeyler karşından sağlam durabilmek için kendimi, kendimi ekstra motive eder halde buldum.

..ebru..her ne olursa olsun, bu seni sevdiğim gerçeğini değiştirmez..öyle ya da böyle, sen hayatımda ailemden sonra en çok değer verdiğim insanlardan birisin..ama bunu anlamak istemeyen arsız bir ikinci kişiliğe ve yaşadığı saçma sapan aşk acısının ardından sonra sanki dünyadaki tüm kadınlara psikolojik olarak acı çektirmeye yemin etmiş hastalıklı bir karanlık düşünceye sahibim...

bardan içeri girişte elimi yakalayan ceydaya bir bakış attım, göz göze geldik, avucuma yapışmış avucunu hafifçe sıktım, tehlikeli gülümsememi takındım..

durmayacaktım, herhangi bir yüzleşmede kaçmayacaktım..hadi bakalım ceyda hanım..sen nereye kadar gidebiliyorsan, ben de oraya kadar gelmeye varım..kaçmayacağım...
takip eden panpalara iyi geceler *
iyi geceler arkadaşlar, yorumlar kopardı *

bu gece yazamayacağım, birazdan devrilirim muhtemelen, haftaya vardiya değişince daha rahatlayacağım inşallah, kesintisiz yazabilirim.

görüşmek üzere
iyi akşamlar panpalar, cumartesi gecesine kadar müsait zaman bulmakta zorlanacağım ama ondan son 3-4 gün epey rahatım, açığımızı kaparız,

görüşmek üzere *
selamlar panpalar, tonight s the night *

gece 00.00 dan itibaren yazmaya başlıyorum, nevaleleri hazırlayın, yine uzun bir gece olacak, görüşmek üzere..

ayrıca @2981 incesiken panpam, zaten daha çok şey değişecek, ben size o anki düşüncelerimi taklit ederek yazıyorum, yani hikayeyi eş zamanlı takip ediyorsunuz. özellikle belirttiğim yerler haricinde ve güncel tavsiyeler verdiğim partlar dışında, yazdığım tüm duygu ve düşünceler o zamana aittir. esas olan da zaten bu düşüncelerimin yıllarla beraber değişimine şahit olabileceğinizdir.

yazının ilk partları ile son partları arasındaki düşünce tarzını karşılaştırırsanız daha 1.5 yıl içinde bile ne kadar büyük bir düşünsel değişim geçirdiğimi görebilirsiniz. dile kolay, daha bunun üzerine 2.5 senemiz daha var ;)
selamlar panpalar :/

yahu yazmaya geldim, ama sözlük hata verip duruyordu, o ara pc başında olanlar da girememiştir zaten malum.. 15-20 dakika sayfayı yenilemekle uğraştım en sonunda bu gece kısmet değilmiş deyip bıraktım.. sızmışım.

cidden çok niyetliydim ama teknik sebeplerden ötürü bir talihsizlik oldu, bunu yarın gece telafi ederiz, böyle söz verip tutamamaktan nefret ediyorum aq iyice yalancıya çıkacak adımız..

şimdi de bir kaç part atayım hazır amk sözlüğü sağlamken, yarın gece de zaten fazlasıyla acısını çıkarırız..
..ceyda ile el ele, grubun son çifti olarak bara girdik.. diğerlerinden pek farkı yok, şehirler, yanınızdakiler, barların isimleri değişse de, içerdeki o hafif loş, insanın içini kıpraştıran tuhaf karanlık değişmiyor..

daha önce hiç bara gitmemiş panpalar varsa, (olabilir, doğaldır) bu tarz yerlerin her bünyeye uymayacağını, ancak öyle öcü-canavar da olmadığını söylemek istiyorum. çünkü toplumumuzda yanlış bir kanı var genel anlamda. böyle bar, disko deyince, çok kötü, çok pislik yerler olarak algılanıyor. bunun bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum, bilinçli olarak, sırf içki içiliyor, efendim işte insanlar birbiriyle fazla yakınlaşıyor, münasebet kuruyor diye, günlük hayatı artık stresten ibaret olan insanoğlunun rahatlayabileceği ender mekanlardan olan bu yerler, bilerek ve istenerek kötü gösterilmeye çalışılıyor.

sonra millet birbirini kesip duruyor aq..asabiyetimiz, her an dolu, parlamaya hazır gazyağı gibi oluşumuz biraz da bu "günlük stres sonrası deşarj olamama" sıkıntısına bağlı aslında..

barlar, kötü yerler değildir. evet tamam, bazı kötü uç örnekler olabilir ama, ona bakarsanız o tarz uç örnekler eğitim yuvası dediğimiz liselerde bile var aq..uç hocalar, uç müdürler, uç okul lokasyonu (ulan dağda, bildiğin tepenin üzerinde kurulu okul var bursada, bilen bilir. amk oraya akıl hastanesi bile yapmazsın, adamlar okul yapmış. sen lise hayatının en güzel günlerini orada geçiren bir adamın gelecek psikolojisini tahmin edebiliyor musun?) tamam size de varoş mahalle pavyonlarına gidin demiyoruz, ama eğer yaşınız uygunsa, yerine göre damınız da varsa, bara gidin.. rahatlayın, boşalın.. fazla gerilince kopuyor insan zira..
benim yönlendirmemle, köşelerden güzel bir masa-sandalye gurubuna çöreklendik (köşeleri severim biliyorsunuz ;) ). canlı müzik olacak bu gece, rock söylüyorlarmış. desenize gene kimin ağzından ne çıkıyor duyamayacağız*
bu tarz gürültülü müziğin olduğu mekanların kulağınıza zararı olduğu kadar, başka durumlara da faydası vardır, örneğin, insanları yaklaştırır, fazlasıyla, bu açıdan potansiyel manita adaylarınızı götürmek için birebirdir diyebilirim. çünkü, örneğin onun ya da sizin söyleyeceği en ufak bir kelimede bile birbirinize yaklaşmak durumundasınız, duyabilmek için, ama bu sırada sadece sesini değil, parfümünün müthiş kokusunu da duyacaksınızdır,

hatta yanağınıza değen saçlarının ne kadar da yumuşak olduğunu bile o an fark edebilirsiniz, dudaklarının aslında ne kadar güzel olduğunu.. size duyurmak için yırttığı sesinin kedi yavrusu gibi inceldiğini..

tabi tüm bunların keyfini, yanınızda olmasını istediğiniz kişiyle beraberken sürebilirsiniz.. yanınızda olmaması gereken biriyle değil..

her ne kadar ben kendimi rahatlatmış ve "amaaan ne olcak aq sanki, erkek adamsın" moduna sokmuş olsamda, içimden bir parça, bu gece tüm bu yakınlaşmaları yaşayacağım insanın ceyda değil ebru olması gerektiğini sitemkar bir sesle duyuruyordu beynime..o an yanımda ceyda değil ebru olsun isterdim evet.. onunla kulak dudağa gelmek, onun dalgalı saçlarının arasına gömülmek, beline sarılmak, bütün gece dans etmek, arada gözümüzü karartıp çılgınca öpüşmek..

bu geceyi ve buna benzer geceleri yaşamam gereken insan bu denli belliyken benim burada elalemin kızıyla ne işim var aq..

tahmin edeceğiniz gibi, o gece ceyda normal performansını da aşarak adeta laf makinesi mertebesine ulaştı.. normalde zaten gevezedir, amk o gece susmak bilmedi..

bense onun sıcak nefesi boynumu her yaladığında biraz daha gevşedim.. yavşaklık duygusu yavaş yavaş kontrolü ele aldı..
gurup sahneye çıktıktan sonra bir süre daha masada kaldık, slow başlamışlardı, sonra mfö dür, aynadır derken klasiklerden bir girdiler, yavaş yavaş tava geldik, kendimizi müziğe kaptırdık..

henüz masada olduğumuz dönem boyunca, bir yandan sürekli kulağımın dibinde bir şeyler anlatan ceydayı dinliyormuş gibi yapıp, bir yandan da masamızı gözlemlemeye devam ettim.. recep, uğur çok mutlu görünüyorlardı, misafirlerine en iyi şekilde ev sahibi yapmanın verdiği bir gurur ve bir yanlarında manitaları, bir yan da kafa dengi adamlarla olmanın verdiği huzur yüzlerinden okuyordu.. hele uğur un o mayışık gülümsemesi var ya, ahaha ulan ne adamdı bunlar da be..iyi çocuklardı iyi..

ben tam olarak ne konuşulduğunu anlamasam da, fondan gelen elektro, bass ve mekanın uğultusuna ilaveten bizim masamızda da tatlı bir uğultu var.. herkes bir birine bir şeyler anlatmaya, anlatılanı almaya çalışıyor, suratlarda hep o aynı dingin gülümseme..lan bana bile bir an o kadar sıcak ve huzurlu geldi ki ortam, mayışmışlıkla kafamı yan çevirip deminden beri cıvıldayan ceydaya doğru, içten gülümsemeyle bir bakış attım..

bu ben öyle aniden dönüp gülümseyince biraz afalladı, hoşuna gitti, "ne oldu" gibisinden gülerek başını sağa sola salladı, buna doğru eğilip şakadan takıldım,

"ne anlatıyon kız sen deminden beri bıcır bıcır bakayım?? * "
"üff duyulmuyor demi doğru düzgün :p"
"bir tek lisede ergenlik sivilceleriyle başının dertte olduğu kısmını duyabildim :p"
"yaa çok fenasın, bir sürü şey söyledim onu mu duydun bi tek * "
"haha ne bileyim,bir tek o dikkatimi çekti şimdi hiç eser kalmamış malum, artık ergen olmadığın sonucunu çıkarabiliriz burdan, her ne kadar henüz çömez olsan da * "

"hıı bana diyene bakın, sanki kendisi 4. sınıf :p"
"o günleri de görürüz, ne acelesi var ;)"
"görür müyüz?"
"görürüz..bir de bakarsın, göz açıp kapayıncaya kadar geçer gider.. liseye kaydolduğum günü bile dün gibi hatırlıyorum ben..6 sene olacak.."

ben o an için ortamın duygusallaşmasını nostaljiye yordum, ancak ceyda "görürüz" lafımdaki çoğulluğu "o ve ben" olarak algıladığı için o derece dalıp gitmiş meğer..
başını omzuma yasladı.. elini tekrar elimin üzerin atıp sıktı, "görürüz evvelallahhh * " deyip delikanlı raconu yaptı, gülüştük..

eğleniyor gibi gözüksem de, işlerin benim için biraz daha zora girdiğini hissedebiliyordum.. alper haklıydı sanırım, bu kız o kadar da hafif olmayabilirdi, bana karşı olan duyguları samimi ve ciddi bir boyutta olabilirdi.. oysa ben onu biraz oyalanıp egomu tatmin ettikten sonra bir şekilde bir kenarıya fırlatmayı ve dönüp arkama bile bakmamayı düşünüyordum..

tıpkı bana yapıldığı gibi..

ama eğer böyle şirin şirin davranmaya devam ederse, bu pek de kolay olmayacak..
insanlar üzerinde güven verici, ondan da ötesi, beklenti yaratan bir etkim var(mış).
özellikle son bir kaç yıldır bazı özelliklerimin farkına vardım, insanlar bana fazlasıyla güveniyor ve benden bir şeyler bekliyorlar. sadece duygusal anlamda değil yanlış anlaşılmasın, her anlam..iş, aşk, aile, eş-dost.. etrafımda bir şekilde bağlı olduğum herkes benden bir şeyler bekliyor.. uçağı uçurması beklenen pilot gibi, gemiyi kıyıya yanaştırması beklenen kaptan gibi, takımını kurtarması beklenen 10 numara gibi..

beni fazlaca ciddiye alıyorlar ve çok bel bağlıyorlar..ama ben bu kadar büyük beklentiler içerisine girilebilecek bir adam olduğumdan pek emin değilim.. şimdiye kadar bu beklentilerin çoğunu boşa çıkarmamış olmam, bu güveni sağlayabilecek potansiyelde olduğum anlamına gelmez..

kendimi her maç boş kaleye, beleş gol atan santraforlar gibi hissediyorum.. evet, kağıda, istatistiğe bakarsanız süperim, gol kralıyım, taraftarın sevgilisiyim..ama sadece hayat denen bu sanatın inceliklerini gerçekten bilen adamlar benim aslında ne kadar dengesiz olduğumun farkında,
misal babam,
tamam beni çok sever, kanka gibiyizdir filan ama, adam bana karşı hep bir tedirginlikle yaklaşır, hep sanki "başaramayacak mışım, onu da boş yere umutlandırmamalıymışım" gibi..
şimdi ona "böyle düşünüyorsun" deyip, örneklerimi ve gerekçelerimi sıralasam, "şaka oğlum, takılıyorum ben sana der"

ama işin aslı öyle değil, artık ben de farkındayım.

liseyi kazanmamı beklemiyordu, en iyilerinden birini kazandım..
ilk sene üniversite olmaz herhalde diyordu, kalburüstü, güzel bir yeri tutturmayı başardım..
özel sektörde yapamazsın, devleti düşün diyordu, eh sikile sikile onu da beceriyoruz alnımızın akıyla..
kardeşime sahip çıkıp çıkmayacağım konusunda bile emin değildi..ben okutuyorum şimdi onu..

yani.. hayat tuhaf..ama babam haklı.. fabrikadaki 1000 kişinin 950 si bana bayılırken, benden zerre hazzetmeyen ve bunu göstermekte pek de çekingen davranmayan steril tatlı bölümü şefi de haklı..

adamlar haklı beyler..

beni prens zanneden annem, anneannem ve ailenin diğer büyükleri, akrabalar, mühendis arkadaşlarım, kendi bölümümüzün şefi, formenler, hatta üretim müdürü.. hepsi yanılıyor.. bana güvensiz yaklaşan ender insanlara "amaan bakma sen ona" diyor, beni avutuyorlar.. kendimi, vurup kaçtığı çocuktan, abisinin arkasına saklanarak korunan arsız çocuklar gibi hissetmemi sağlıyorlar.. oysa benim gerçekte ne olduğumu sadece bu "aldırış etmemem tembihlenen" adamlar biliyor..

uzun süreli bir işi ya da ilişkiyi, ciddi derece bir sorumluluğu kaldıramayacağımı tahmin edebiliyorlar.. bense inadına, normal bir insanın 5 misli zorlanarak ve sıkıntıdan götümde başımda elli çeşit hastalık pörtleterek de olsa, beni bilmeyenlerin zaten yapabileceğime inandığı, ne mal olduğumu bilenleri ise şaşırtacak şekilde, girdiğim her taşın altından dik çıkıyorum.. inadına..

sanırım babamın gözünde ancak, askere gidip sağlam dönünce gerçekten büyümüş olacağım.. gerçekten adam olacağım..
şefe gelince,

sikmişim onu...
ceyda ya güven vermiştim..

nasıl yaptığımı bilmeden, farkında olmadan.. tamamen kontrolümün dışında, bir nevi default olarak. oysa ben başından beri yavşak adamı oynamaya çalışıyordum.. hayatın tadı böyle çıkardı, öyle değil mi? aşık çocuk olmak, iyi çocuk olmak bize göre değildi.. kırıyorlardı sonra.. kalbimizi, ruhumuzu parçalıyorlardı..o kırıp parçaların bir kısmını çalıp götürüyorlardı.. sonra biz, bir şekilde, hani olmaz ya, ama oldu diyelim, yapıştırsak bile, toparlasak bile kırıklarımızı..bu sefer de eksikleri fark ediyorduk..hem yamalı..hem eksik yamalı bir garabet olup çıkıyorduk nihayetinde..

iyiden iyiye klasik olan, tanıdık müzikler çalmaya başlayınca, tıpkı mekan gibi masamız da hareketlendi.."eleee güne karrrşııı yapayalllnızzz böyleeede olmaaaazzz kiiii" ellerimizi havaya attıra attıra, cırtlak seslerle eşlik ettik nakaratlara..

derken ceyda masadan kalktı, beni de peşinden sürüklemeye çalışarak, "gel sahneye doğru yaklaşalım" dedi, çocuklar gibi "yoh ben gelmiim yea" demek istemedim, mecbur gidicem..

ayakta sallana sallana, sarhoş ve sarmaş dolaş insan kalabalığı bizi bekliyordu.. aralarına karıştık..

bir kaç saniye sonra masamızın iki çifti daha bize eşlik etti.. kafamı çevirip geriye baktım.. alper ve ilayda masada kalmıştı.. belli ki onları çözmesi gereken bazı şeyler var hala aralarında..

ceydanın eli belime dolandı.. dönüp gülümsedim, o da ışıl ışıl bana bakıyordu.. dikkatlice inceleyince, aslında bana karşı hareketleri bir süredir, cinsellikten ziyade samimiyet ve duygusallık üzerine kurgulanmış gibiydi..o sarılıştan fesat bir şeyler çıkarmak (tamam benden hoşlandığını biliyorum ama, obaa bana verecek lan buu şeklinde düşünmek sapıklık olur yani..) ancak kötü niyetli bir adamın işi olabilirdi.. yoksa zaten durum fesattı da ben mi kendimi kandırıyordum aq..bilemiyorum.. akşam görücez artık..

"akşam görücez"..diye düşününce, aklıma tuhaf bir imge geldi.. birden bire sallanarak şarkılara eşlik ettiğim pist gözümün önünden kaybolmuş ve bu sabaha karşı buyur edildiğimiz öğrenci evinin geniş salonu aklımda canlandı..

epey geniş..ne bileyim, böyle 4 çiftin grup seks yapabileceği kadar geniş..

lan birden gülesim geldi aq..hemen o tuhaf sahne gözlerimin önünden kayboldu.. gene pistteydim, ceyda ile kol kola sallanıyorduk...

sonra bir kez daha o salona gittim, alper,

"aga sıkılınca değiştiririz demi?" diyordu.

"ayıpsın kanka, yalnız siklerimize dikkat edelim, girmemesi gereken deliklere girmesin hahahohahahaohohoh"

ahlaya ohlaya sikişen bütün salon kahkahaya boğulmuştu..

sahne tekrar gözlerimin önünden gitti, içimden yükselen korkunç gülme, hatta haykırarak gülme isteğine karşı dudaklarımı ısırmaya başlamıştım..

zaten kalabalığın da arasındayız.. iyice sıcak bastı amk, neler düşünüyorum lan? düşündüğüm şeylerin komikliğine mi güleyim, yoksa bunları yaratan bilinç altımdan mı tırsayım bilemedim..

kalabalık bir kez daha gözden kayboldu..

yeniden salondaydım, noel baba recep, manitasını yere köpekleme yatırmış üzerinde ata biner gibi zıplıyordu..noel babanın ren geyiği
sonra "deeeh" deyip kızın kıçına bir şaplak attı, bana doğru dönüp uğura ait olduğunu bildiğim ama şu anda onun yüzünde görmekte olduğum mayışık gülümsemeyle (amk herşey birbirine girmiş beynimi sikeyim) yüzüme bakarak "ho ho hooooo, mutlu noellerrr" dedi.

o son sahne de benim kayışımın kopuşu oldu, grup seks salonu kaybolup bar geri geldiğinde kahkahamı tutmak için geç kalmıştım *
benim sesli gülüşümü duyan sadece götümün dibindeki ceyda olmuştu tabi, o gürültüde başka duyan olduysa da kimse siklememiştir zaten.. insanlar bardayken gülebilirler, doğaldır..

ama durup dururken güldüğümü bir tek ceyda biliyordu, bunun farkında olarak kafamı ona doğru çevirince jiggliypuff gibi kocaman olmuş gözlerle şaşkın şaşkın gülümseyerek bana bakmakta olduğunu gördüm,

"ahaha ne oldu be demin öyle neye güldüm"

manyak olduğumu düşünüyor..

"ya aklıma bir şey geldi, o yüzden * "

"hımm neymiş o söyle de ben de güleyim ;)"

"ya eski bir anı, bir an gözümün önünde canladı işte, boşver * "

"iyi bakalım hadi öyle olsun.. çok komiktin ama, birden bire hıhaha yaptın, tırstım :p"

sevimli hallere bürünerek başını okşadım, "kıyamamm korktun mu sen? * "

belimi saran kolu sıklaştı, başını göğsüme doğru gömerek, "eveet, beni senden korur musun? :p" diyerek vıcık vıcık sevimliliğimize ortak oldu..

amk..
gecemiz sona ermiş, sıcak ve kalabalık bardan, artık nispeten boşalmış ve oldukça soğumuş sokaklara kendimizi atmıştık..

epey içip, özellikle son bölümde baya da dans ettim, ettik, rakınrol bile yaptık sanırım, ceydanın hayali bir eteği iki yanından tutup çekiştiriyormuş gibi yaparak dans edişi çok komikti.. komik olmayansa gecenin finaline doğru aramızda geçen bir sahne oldu..

danstan yorulmuş bir şekilde birbirimize yaslanmışken, nasıl olduysa, birbirimizi, birbirimize dik dik bakarken bulmuştuk..3..5..8..10 saniye... ceydanın irileşmiş gözleri, ciddileşmiş yüzü ve sonra yüzün yumuşayıp, gözlerin kısılışı..bir avucunun yanağımı kavrayışı.. birbirimize doğru ağır çekim yaklaşışımız..

eğer ortada herhangi bir dana olsaydı, işte onun kuyruğunun koptuğu an, bu an olabilirdi..

ama olmadı, o büyülü (kara büyülü diyelim) an omzumda hissettiğim ağırlıkla bir an da buharlaşmıştı, şaşkın bir şekilde kafamı arkaya doğru çevirince, alperin bir kolunu benim, diğerini ceydanın omzuna yaslayıp ağırlığını üzerimize vermekte olduğunu gördüm, benle göz göze gelince göz kırptı,

"naaptınız gençler, nasıl gidiyor geceniz ;)"

"iyidir genç ;) seninkini sormalı, piste gelmedin?"

şakadan üzerimize yüklenmeye devam ederek, "eeiiyi benimde yaaa biz gözcülük yapıyoruz agaa, gelip size sataşayım dedim ;)"

gülümsemeye çalıştım.. alper kafayı bulmuştu, afiyet olsun, ilaydayla ne konuştular bilmiyorum, ama belli ki bir sonuca vardırmışlar ki, bizimki, bir diğer görevinin (ceydayı benden koruma) başına geçebilecek gücü kendinde bulabilmiş.. tabi kızın haberi yok bu durumdan, alpere e içinden tam öpüşmek üzereyken araya girdiği için küfrediyordur muhtemelen ama sadece o kadar..

oysa ben, alperin asıl niyetini bilen kişi olarak çok daha zor durumdayım.. çocuğa ayıp oluyor.. kıza ayıp oluyor.. ebruya ayıp oluyor..aq..ne güzel unutmuştum, kendimden geçmiştim deminden beri, gene hatırladım şimdi bak yediğim haltları..

alper bizle biraz daha lak lak edip bir iki nakarata bağıra bağıra eşlik ettikten (ve dolayısıyla arayı soğuttuğundan) emin olduktan sonra yeniden masasına dönmüştü.. zaten 10-15 dakika sonra da geceyi noktalamıştık..o andan sonra ceydanın bir kaç utangaç bakışından başka bir etkileşim olmadı, alper için görev tamamlanmıştı "targıt nötralayzt"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder